Üye Girişi
E-Posta Adresiniz :
Şifreniz :
Üyelik Formu
E-Posta Adresiniz :
*
Şifreniz :
*
Adınız :
*
Soyadınız :
*

Merhaba!...

            Uzun bir aradan sonra ilkyazı olarak biraz tatsız bir konu olacak ama bugün size Sanatçı Mazhar Alanson’un gündeme getirdiği “fiş çekme” olayından bahsetmek istiyorum. Alanson, konser sırasında Sayın Ecevit’i kast ederek “Biri çıksa da fişini çekse...”demiş. Alanson’a yönetilen ağır eleştirileri okuyunca bende bu konuda yazmaya karar verdim...

            Sayın Ecevit, beyin kanaması ve operasyonu takiben 45 gündür yoğun bakımda yatıyor. Koma halinde. Elimde beyin ölümü olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi yok ama 82 yaşında, üstelik ağır bir ameliyat geçirmiş birisi olarak iyileşmesi zor görülüyor.

            Yoğun bakıma alınan hastanın burada kalış sürecini belirleyen (hastalığın dışında) pek çok faktör vardır. Mesela hastane özelse,  günlük birkaç milyarı bulabilen yoğun bakım ücretini karşılayıp karşılayamayacağınız çok önemlidir. (O kadar önemlidir ki; yeteri kadar zenginseniz hastanız hiç ölmeyebilir!..)  Bir elektrot takılarak kalbi düzenli olarak çalıştırılır, solunum makinesi ile ciğerlere oksijen basılır; sondayla beslenip enfeksiyon kapması da önlenirse tamam... (Muhasebe servisine düzenli olarak uğramanız yeterli.....)

            Devlet hastanelerinde yoğun bakımda kalış süresi ise biraz hastalığınıza, biraz da sizin kim olduğunuza bağlıdır. Doktorlar her an durumun “ümitsiz olduğunu”, hastanıza bundan sonra evinizde bakmanız gerektiğini söyleyebilirler. Bunu eleştiri olarak söylemiyorum. Beyin ölümü gerçekleşmiş bütün ümitsiz vakaları uzun süre yaşam destek ünitesine bağlı tutmanın büyük bir ekonomik yükü vardır. Değil bizim, zengin ülkelerin bile buna gücü yetmez. Zincirlikuyu mezarlığının kapısında yazdığı gibi “Her canlı ölümü tadacaktır.” Bu yüzden biz doktorlar; iyileşme ümidi olmayan bir hastayı ne süreyle cihazlara bağlı tutacağımız konusunda karar vermekte zorlanır ve hastanın ailesinin “fişi çekme sorumluluğunu” bizimle paylaşmasını isteriz.

            Diyelim bir hastane odasında yatıyorsunuz. Her tarafınız elektronik aletlerle çevrili. Gözleriniz açık ama görmüyorsunuz. Kollarınız ve kalçalarınız iğne vurulmaktan mosmor olmuş. Damarlarınız tıkandığından boynunuza takılan bir kataterden vücudunuza serum ve ilaç veriliyor. Kalbinize yerleştirilen elektrot dakikada 70 uyarı veriyor. Solunum makinesi ciğerlerinizi şişirip indiriyor. Her gün kanınız alınıp çoğu lüzumsuz bir sürü tetkik yapılıyor. Burnunuza takılı hortumdan sağlıklı iken asla tatmayacağınız berbat sıvıları midenize akıtıyorlar. Buna rağmen tüm vücudunuz ve kaslarınız erimiş durumda. (Tabii kötü niyetli fotoğrafçıların resim almasına izin vermiyorlar.)

            Kalçanızda devamlı yatmaya bağlı kokulu bir yara açılmış. Tanımadığınız birisi gelip günde birkaç kez sizi sağa sola çevirip altınızdaki bezinizi değiştirerek sondanızı kontrol ediyor. Hastabakıcı yıllık iznini geciktirdiğiniz için size kızgın. Bu yüzden son günlerde çarşaflarınızı değiştirmeyi biraz aksatıyor. O zaman odayı keskin bir koku kaplıyor. İşin kötü tarafı (belki de iyi tarafı) bunların hiçbirini hissetmiyorsunuz. çünkü komadasınız....

            Yoksa hissediyor musunuz?

            İşte doktorunuz geldi. Eğilip dikkatle gözünüzün içine bakıyor. Gözlerinizin saydamlığı kaybolup kirli sarı bir renk almış. Kurumaması için ilaç damlatıyor. Diliniz tahta gibi kuru. Doktor elinize iğne batırıp acıyı hissedip etmediğinizi kontrol ediyor. “Batırmasana lan...” diyemiyorsunuz. İki de bir kalbiniz duruyor. Allahtan monitörün alarmı var. Hemen koşturup elektrik şoku veriyorlar. Göğsünüzün derisi ve kıllarınız yandığı için hafif bir yanık kokusu dolduruyor odayı ama olsun, nasıl olsa siz hissetmiyorsunuz. 

            En kötüsü solunum makinesine bağlanmak. Hortumu gırtlağınızdan içeri itip otomatiğe bağlıyorlar. Puf... Puf... Canınızın son bir sigara istiyor...  Söylemeye çalışıyorsunuz ama söyleyemiyorsunuz. Bütün bu iğneler, ilaçlar, hortumlar, kataterler, elektrik şokları... Artık bıktınız.. Esasında siz, ölümün hayatın kaçınılmaz sonucu olduğunu bilecek kadar bilge birisiniz. Ah!.. bir konuşabilseniz. “Yeteri kadar yaşadım. Ama doğru, ama yanlış, ülkem için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Artık dinlenmek istiyorum... Basına çıkmak, gündemde kalmak için beni kullanmayın, bana hastanede göstermelik doğum günü partileri yapmayın. Bırakın beni gideyim...” diyeceksiniz ama diyemiyorsunuz. çünkü komadasınız...

            Soruyorum size, buna yaşamak denirse, böyle yaşamak ister miydiniz? 

            Sonuç olarak Mashar Alanson’a kızmakta ne kadar haklıyız bilemiyorum......

            Ben şahsen buradan vasiyet ediyorum...

            Komaya girersem, iyileşme ümidim yoksa, sakın beni yoğun bakıma tıkıp aletlere bağlamayın. Birisi sorumluluğu üstlensin ve fişimi çeksin...

04 Mart 2008 Salı / 24515 Kişi Okudu
Yorumlar
Copyright © 2006 - 2024 DoktorMurat.Net, Yasal Uyarı ve Gizlilik, Site Haritasi
Dr.Murat KINIKOĞLU Sağlıklı Yaşam Rehberiniz
İntermed Sağlık Merkezi Teşvikiye cad. No: 63 Nişantaşı Şişli/İstanbul
Tel: 0212 225 06 60 - Faks: 0212 2250895