|
Bir Anadolu şehrinde yaşayan, maddi imkânları sınırlı bir ailenin çocuğuysanız yaz tatillerinizde sokakta oynamak dışında yapacağınız fazla bir şey yoktur. (En azından bundan 45 sene önce öyleydi.) “Sokakta oyun” tatilin ilk günlerinde zevkli olsa da günler geçtikçe sıkıcı olmaya başlar ve bir süre sonra yerini daha heyecanlı olan “Sokakta kavgaya” bırakır. Evimizin olduğu yukarı mahalleyle, devamındaki aşağı mahallenin çocukları arasındaki bitmeyen kavga nedeniyle çoğu akşam eve burnu kanamış, yüzü gözü morarmış halde geldiğimi çok iyi hatırlıyorum. Bir gün, iki gün derken annem ilk ihtarını vermiş ve bir daha kavga edersem diğer çocuklar gibi benim de kuran kursuna gideceğimi söylemişti. Malatya Söğütlü caminin, aynı karikatürlerdekine benzeyen uzun beyaz sakallı hocasıyla, kiraz ağacından sopasının methiyesini önceden duyduğumdan annemin tehdidinden sonra birkaç gün yaramazlığa ara vermiştim, sadece birkaç gün.... Kafama gelen bir taş ve atılan iki dikiş sonrası babam duruma el koymak zorunda kaldı. Ertesi gün iki haşarı arkadaşımla birlikte kuran kursuna başladığımızda daha altı yedi yaşlarındaydık...
Hatırlıyorum da ilk gün fena değildi; beyaz takkelerimiz ve kolumuzun altına sıkıştırdığımız Arap alfabesi ile pek havalı (ve de uslu) bir şekilde sokağımızda birkaç kez baştan aşağı yürüdük ve cümle aleme; artık kuran kursuna başladığımızı, kavgacı, yaramaz çocuklar taifesinden akıllı çocuklar taifesine geçtiğimizi ilan ettik. İkinci günden sonraysa sıkılmaya başladık. Hocamızın; biz güldükçe, arkasına çömeldiğimiz rahlelerin üzerinden kafamıza doğru savurduğu uzun sopanın hamlelerinden kendimizi korumaya çalışarak Arapça harfleri ezberlemeye çalışıyorduk. Uyuşan ayaklarımıza aldırmadan, çömeldiğimiz yerde, başımızı öne arkaya sallayarak akşama kadar anlamadığımız tekerlemeleri tekrarlayıp dururduk; “Elf isin enni, elf ese inni, elf ötür önnü...” Çocuk aklımız dışarıdaki cıvıl cıvıl hayatta, gözlerimiz caminin pencere demirlerinde parlayan güneşte, yaşı gereği oyundan ve gülmekten başka hiçbir şey düşünemeyen küçük çocuklar olarak kursun bitiş saatini iple çektiğimizi hatırlıyorum...
Elif, be, te, se derken aynı sokaktan kursa katılan üç kafadar yirmi gün zor dayandık. Sonunda nasıl olduysa, kendimizi birden kanal boyunda yüzerken bulduk. Başımızda beyaz takkeler, koltuğumuzun atında alfabelerle uslu çocuklar olarak evden çıkıp Camiye değil de, her Malatyalı çocuğun yüzmeyi öğrendiği su kanalına gitmeye başlamıştık. Güzel günler, en küçüğümüz boğulma tehlikesi atlatınca sona erdi. Babam, küçük bir dayak faslından sonra hala kursa gitmemekte ısrarlı olduğumu görünce bana hayatımın teklifinde bulundu: “Okul başlayana kadar kuran-ı kerimin tamamını ezberlersem bana bir motosiklet alacaktı!”.
Altı yaşında küçük bir çocuksanız, “Kuran ezberlemenin” ne demek olduğunu ve bunu değil iki ayda iki yılda bile başaramayacağınızı bilemezsiniz. Doğrusu üç tekerlekli bisikleti bile olmayan bir çocuğa motosiklet vaat edilmesinden bu işte bir gariplik olduğunu hissetmiştim ama babama güveniyordum. Söz verdiğine göre mutlaka alacaktı ve yapacağım iş çok basitti; Kuran-ı kerimin tamamını ezberlemek!.. Birinci sınıfta “Atam dolma bahçede” ve “Küçük asker” şiirlerini ezberlediğime göre bunu da pekala başarabileceğimi düşünüyordum. Teklif beni o kadar etkilemişti ki aynı gece rüyama girdi. Motosikletime binmiş, başımda beyaz takkeyle sokaktan hızla geçerken tüm çocuklar (ve tabii kızlar) hayranlıkla arkamdan bakıyordu. Ertesi gün babama teklifini kabul ettiğimi söyledim. Diğer iki arkadaşım, motosikletimin arkasına onları da bindirmeye söz verdiğim halde benimle kursa devam etmeyi kabul etmediler. Şimdi düşünüyorum da benden akıllılarmış...
Tahmin edeceğiniz gibi derslere ve Arap harflerine ilgim birden artmıştı. Eve dönünce sokağa çıkıp arkadaşlarımla oynamak yerine gözlerimi kapayıp, kafamı aşağı yukarı sallayarak o gün ezberlediğim tekerlemeleri tekrar ediyordum. Birinci ayın sonunda yavaş yavaş babamın oyununa geldiğimi anlamaya başlamıştım ki hocamız, ertesi gün, bizim yaşımızda küçük bir hafızın gelip hepimize kuran okuyacağını söyledi. “Demek ki oluyormuş” diye düşündüğümü ve moralimin yeniden düzeldiğini çok iyi hatırlıyorum. Ertesi günü iple çektim. Öğlen namazından sonra hep birlikte küçük hafızı dinledik; hocamız çocuğu methederken bizim yaşlarımızda olduğundan bahsetmiş ama küçük bir ayrıntıyı nedense atlamıştı; küçük hafız kördü...
O geceden itibaren rüyam değişti. Gene motosikletin üstündeydim, gene başımda beyaz takke vardı ama gözlerim görmediği için bir türlü süremiyordum...
4 sene, çarpı 3 ay, çarpı 6 saatin sonunda şu an aklımda Arap alfabesinden birkaç harf ve birde Söğütlü caminin çeşmesinden akan buz gibi soğuk suyun dışında hiçbir şey yok. Az kalsın unutuyordum birde geçen yaz ailece gittiğimiz gezi var. Urfa’da restoranda, yan masada Arapça konuşanlara dönüp “Kem saat? Saat ül an sitte aşara” diyerek aklımda kalan tek Arapça cümleyi söyleyip çocuklarıma hava atmıştım. Adamlar, durduk yere kendilerine “Saat kaç? Şimdi saat altı” diye seslenen yabancıya şaşırdılar. Neyse ki benim çocuklar anlamadı. “Aaaa.. Baba sen Arapça da mı biliyordun?” diye hayretle sordular. Ben de şişinip “Eeee biz çocukluğumuzda sizin gibi yan gelip yatmadık... İlim sahibi büyük hocalardan Arapça tedrisat aldık...” diye cevap verdim....
Bu sene kurslara giden 155 bin çocuğumuz, zekâlarının bilgiyi yakalama kapasitesi en yüksek çağlarında gene anlamadıkları Arap harflerini ezberlemeye çalışacaklar ve yıllar sonra aynı benim gibi birkaç Arapça harften başka bir şey hatırlamadıklarını fark edip şaşıracaklar.
Bence laik devlet yapısına inanan kişilerin “kurslara giden çocukları” korkuyla izleyip “aman küçük çocuklar kuran kursuna gitmesin” demek yerine alternatif modeller geliştirmeleri lazım. Cumhuriyet ilkelerine bağlı çocuklarımızın din ve ahlak eğitimi ihtiyacına cevap verecek, onlara anlamadıkları Arap alfabesini ezberletmek veya şekli din eğitimi vermek yerine “güzel ahlak ve erdemi” ön plana çıkaran kurslar düzenlememiz, anne babaları da çocuklarını bu kurslara göndermesi için teşvik etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Çağdaş kursların bünyesinde, devletin okul müfredattaki din derslerinde mevcut olan konular işlenirken, İslam dininin genel prensipleriyle birlikte Tanrı ve insan sevgisi, iyilik, hoşgörü, bağışlama, adalet gibi tüm mezheplerin ve dinlerin kabul ettiği “evrensel erdemleri” de çocuklarımıza öğretebiliriz. Turizm bölgelerinde, çocukların ilgisini canlı tutmak amacıyla yörenin arkeolojik zenginlikleri ile ilgili tarihi bilgiler veya çevre bilincini geliştiren dersler de kursa dâhil edilebilir....
Mevcut hükümet bu değişiklikleri yapar mı? Zor görülüyor...
Sonuçta şimdilik iş gene sivil toplum kuruluşlarına kalıyor. Okul, yurt, bilgisayar kampanyaları yapan çağdaş gönüllü kuruluşların ve eğitim gönüllülerinin bu işe de soyunması, yaz günleri camilerde veya okullarda “güzel ahlak eğitimi eksenli” yeni bir organizasyon başlatması gerekiyor.. Biz Cumhuriyet çocukları olarak, modern ve çağdaş kurslar düzenlemeyi becerebildiğimiz takdirde, halkın, çocuklarını eski tip klasik kuran kursları yerine bu çağdaş kurslara, hem de seve seve göndereceğinden eminim.
Yorumlar
|
Copyright © 2006 - 2024 DoktorMurat.Net, Yasal Uyarı ve Gizlilik, Site Haritasi
Dr.Murat KINIKOĞLU Sağlıklı Yaşam Rehberiniz
İntermed Sağlık Merkezi Teşvikiye cad. No: 63 Nişantaşı Şişli/İstanbul Tel: 0212 225 06 60 - Faks: 0212 2250895 |