|
Portekiz’in Nobel ödüllü yazarı Jose Saramago’nun “Ölüm bir varmış bir yokmuş” adlı romanının ilk cümlesi şöyledir: Ertesi gün hiç kimse ölmedi… Saramago’nun bu eserinde insanlar kanser oluyor, onuncu kattan aşağı düşüyor, birbirlerini bıçaklıyor, kemikleri un ufak olacak kadar yaşlanıyor ama bir türlü ölmüyorlar. Hastaneler, huzurevleri sakat, düşkün, yaralı insanlarla dolup taşıyor. Sonunda insanlar çareyi, ölme zamanının geldiğini düşündükleri insanları sınırdan komşu ülkeye kaçırmakta buluyorlar. Hangimiz böyle bir ülkede yaşamak isteriz ki? Evrim bize ne pahasına olursa olsun üremek, genlerimizi sonraki nesillere aktarmak ve olabildiğince uzun yaşama emri vermiştir. 32 yıllık meslek hayatımda pek çok yaşlı, yatalak hasta gördüm, şimdiye kadar (ağrı-acı çekenler dışında) ölmek isteyeni hiç görmedim. Evrime şükürler olsun ki Saramago’nun resmettiği korkunç dünyayı engelleyecek, vaktini dolduranları sahneden indiren, bir türlü çare bulamadığımız (ve muhtemelen hiçbir zaman bulamayacağımız) bir hastalığımız var: kanser... Mutasyon nedir? Kalıtsal özelliklerin ortaya çıkmasını sağlayan genetik şifrenin (DNA’nın sentezlediği protein ve enzimlerin) bozulmasına mutasyon diyoruz. Mutasyona uğrayan genler kararlı hale gelir ve tekrar eski haline dönme eğilimi göstermezler. Ben-Gruion Üniversitesi araştırmacıları 100.000 yıl önce Afrika’dan Avrupa’ya göç eden atalarımızın mitokondrialarındaki mutasyonların neredeyse tamamının şu an Avrupa’da yaşayan insanlarda mevcut olduğunu gösterdiler. Her ne kadar dış etmenler (örneğin: radyasyona veya kimyasallara maruz kalmak) hücrelerde mutasyona neden olursa da dış etken olmadan da vücudumuzda her gün binlerce mutasyon olur. Yeni ortaya çıkan bu anormal, sadece kendini düşünen bencil karakterdeki hücreler bağışıklık sistemimiz tarafından hemen yakalanıp imha edilirler. Kanser nedir? Mutasyona uğrayan hücrelerin bağışıklık sistemini atlatıp kontrolsüz bir şekilde çoğalmaya devam etmesi halinde kanser dediğimiz hastalık ortaya çıkar. Kanser hücreleri, çoğalmayı kontrol altında tutan mekanizmalardan etkilenmediklerinden dolayı daha hızlı çoğalırlar. Kendilerine kan sağlayan damarları büyültme ve bu damarlar vasıtası ile uzaklara -çoğalabilecekleri diğer vücut bölgelerine- atlayabilme yetenekleri olduğu için aynı bir ülkeyi işgal eden istilacı güçler gibi bir yandan bulundukları yerde mevzilerini güçlendirir bir yandan da yayılmaya başlar yani metastaz yaparlar. Netice olarak bir zamanlar insanoğlunun yaşamasında ve çevreye uyumunda rol oynayan gen mutasyonlarının aynı zamanda kanser olmamıza neden olduğunu söyleyebiliriz. Ortadaki gri hücre kanser hücresi, yeşil reknli bağışıklık hücrelerinin kanser hücresine nasıl saldırdığını görüyorsunuz. Sol alttaki kırmızı hücre alyuvar. Bir örnek olarak Ahmet Bey’in akciğerlerindeki hücrelere bakalım. Oksijen alış verişi ile görevli bu hücreler hava kirliliği ve Ahmet Bey’in sigara ile ciğerlerine doldurduğu zehirli maddeler yüzünden devamlı yenilenmek zorundalar. Sıkça yenilenen hücrelerde mutasyon-anormal DNA’lı hücre- ortaya çıkma ihtimali daha yüksektir. Diyelim ki yenilenen bu hücrelerden birinde daha hızlı büyümeyi ve çoğalmayı sağlayan bir mutasyon oldu. Eğer bağışıklık sistemi bu anormal hücreyi temizleyemezse, daha çok yeme, daha çok üreme özelliğine sahip mutant hücre hızla çoğalır ve sonuçta: Ahmet Bey akciğer kanseri olur. Gördüğünüz gibi kanser, aslında bir bağışıklık sistemi hastalığı veya (bir bakıma) yetersizliğidir. (Ahmet Bey’in bağışıklık sistemi mutasyona uğramış hücreyi vaktinde tespit edip imha edebilseydi Ahmet Bey kanser olmayacaktı.) Neden evrimsel süreçte çok daha kuvvetli bir bağışıklık sistemine sahip olmadık? Neden tümör yakalayan bağışıklık sistemi zayıf olan canlılar evrimsel süreçte elenmediler? Bağışıklık sistemini bir alışveriş merkezinin özel güvenlik ekibine benzetebiliriz. İçeri giren herkesin (dükkân sahipleri de dâhil olmak üzere) soyunup x-ray’den geçmesini isterseniz terörist bir saldırıyı önlersiniz ama bir süre sonra sistemin yüksek maliyeti ve denetimden sıkılan müşterilerin alış veriş merkezinize gelmemesi iş yerlerinin kapanmasına neden olur. İnsan vücudu da aynen böyledir. Çok kuvvetli bir savunma sistemi vücudumuzda bizimle birlikte yaşayan (sadece bağırsaklarımızda yaşayan ve hazıma yardımcı olan milyarlarca mikroorganizma var) yararlı bakterileri rahatsız eder. Çok kuvvetli bir bağışıklık sistemi vücudun kendi hücrelerine bile saldırabilir. Nitekim Otoimmün hastalık grubu dediğimiz rahatsızlıklarda (örneğin Haşhimoto tiroiditi) bağışıklık sisteminin vücudun kendi organlarına saldırısı söz konusudur. İşte bu yüzdendir ki evrimsel süreç, bağışıklık gücü orta seviyede olan (ne yabancı mikropları serbest bırakacak kadar zayıf, ne de kendi hücrelerine saldıracak kadar kuvvetli) hücrelerin yaşamasına izin vermiştir. Princeton Üniversitesi’nin İskoçya’nın Hirta adasında yaşayan yabani koyunlar üzerinde yaptığı çalışmalar, kanlarındaki antikor seviyesi yüksek, bağışıklık sistemi kuvvetli koyunların kışı aşmakta başarılı olduğunu ancak, (güçlü bir bağışıklık sisteminin maliyeti nedeniyle) daha az sayıda ürediklerini göstermiştir. Bazı kanserleri neden tedavi edemiyoruz? Kanser, her ne kadar bir tek mutant hücrenin hızla kolonileşmesinden oluşuyorsa da zaman içinde yeni mutasyonlarla çeşitlilik gösterirler. Bir hücrenin kanser haline gelmesi için en az üç dört (bazen çok daha fazla) mutasyon geçirmesi gerekiyor. Bu yüzden kanserli hücrelerin oluşturduğu bir populasyonda birkaç hücrenin tedaviye direnç gösterecek bir mutasyon geçirmiş olma ihtimali çok yüksektir. Uygulanan ilaçların bir tek hücreyi bile sağ bırakması, dirençli olan bu hücrenin çoğalarak tedaviye dirençli bir kanser olarak karşımıza çıkmasına neden olur. Bu yüzden kanserin ilaçla tedavisinde (kemoterapi), geride mümkün olduğu kadar az sayıda kanser hücresinin kalmasını sağlamak için birkaç ilaçla birlikte hücum tedavisi yapılır. Buna rağmen (ne kadar kuvvetli bir tedavi verirsek verelim) birkaç mutant hücre sağ kalır. İlaca dirençli olan bu hücrelerin yeniden üremesiyle kanser bir süre sonra nüks eder. Kanser ve genetik yatkınlık Bazı kanserlerde genetik geçiş-yatkınlık çok önemlidir. (Bir örnek olarak ABD eski başkanı Carter’in tüm kardeşleri pankreas kanserliydi.) Kansere yatkınlığı olan bu ailelerin kalıtsal gen yapılarında bir veya daha fazla mutasyona uğramış gen bulunmakta, bu genlerde çok az sayıda ilave mutasyon olması kanseri başlatmak için yeterli olmaktadır. Yorumlar
|
Copyright © 2006 - 2024 DoktorMurat.Net, Yasal Uyarı ve Gizlilik, Site Haritasi
Dr.Murat KINIKOĞLU Sağlıklı Yaşam Rehberiniz
İntermed Sağlık Merkezi Teşvikiye cad. No: 63 Nişantaşı Şişli/İstanbul Tel: 0212 225 06 60 - Faks: 0212 2250895 |